Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Haziran 2011 Çarşamba

Yalnızlık aşktan daha hırçın...

Hayatım boyunca kıskançlık konusunda zıtlıklar içinde boğulan biri olmuştum. Arkadaşlarımın başarılarını hiçbir zaman kıskanmadım, aksine belki onların elde ettikleri şeylere onlardan daha çok sevindiğim bile olmuştur. Bunun yanında da ilişkilerimi bitiren genel olguysa kıskançlık olmuştur. Aynı kavramı birbirine bu kadar zıt şekilde bünyemde barındırıyor olmak tabi karşı tarafları olduğundan daha çok beni yıpratıyor.

Zırt pırt aramalar, ne yapıyor acaba, başkasıyla birlikte oluyor mu, ya beni terk ederse, ya sevgisi biterse, hadi yattı kalktı diyelim ya yattığı herife aşık olursa... Bunun gibi milyonlarca psikopat soru arasında kendi beynimi sikerken, karşı tarafa yaptığım baskının haddi hukuku olmuyor. Bu yüzden de bunaltıyorum elbette. Karşı taraf bu kadar kıskanılmaktan, bu kadar ilgi açlığı çeken bi herifle birlikte olmaktan bunalırken, ben de kendimi bunaltıyorum. Bütün bu sorularla birlikte yaşamak ne kadar zor kelimelere bi dökebilseydim...

Sonraları düşündüm de, bu kadar sorgulayıcı, araştırıcı, bunaltıcı bi herif olduğumda elime ne geçiyor? Diyelim ki o tuvalete gittiğinde ben telefonunu gizliden gizliye kurcalıyorum ve abuk sabuk mesajlara rastlıyorum. Elime ne geçecek? Tek elimde olan "İLİŞKİMİN BİTMESİ!" Bu yüzden bilmek istemem. Öğrenmek istemem. Öğrenmek istemediğim şeyleri sormamam gerektiğini öğrenene kadar çok ilişki harcadım. "Beni aldattın mı?" ne kadar aptal bir sorudur ki ben bu soruyu çok sordum. Şimdilerde biriyle birlikte olduğum zaman aklıma bile getirmiyorum böyle soruları. Sorduğum zaman doğruyu söylemesinden korkuyorum çünkü.

Yıllar içinde öğrendiğim bambaşka bir şey de, ilişkilerde aldatılmanın tolere edilebilir olduğu. İlişkine onca yıl veriyorsun, karşı taraf bir şekilde bir hata yapıyor ve seni aldatıyor. Bunu da dürüst bir şekilde sana söylüyor ya da sen bir şekilde günübirlik bir şeyler yaşadığını bir şekilde öğreniyorsun. Onca yıllık ilişkiyi bir kalemde silmek... Aman Tanrım! Ne kadar cesurmuşum eskiden... Çok yaptım bunu, tabi çok da aldatıldım... Şimdi olsa aynı cesareti gösterebilir miyim bilmiyorum. Hayatta o kadar berbat insanlar var ki, ilişkilerde aldatmaktan daha beter şeyler yapabilen... Aldatılmak, hele ki günibirlik aldatılmak bunların yanında devede kulak bile olmuyor malesef. Öyle insanlarla karşılaştım ki, bir kavga esnasında insanlıklarından çıkıp, benim bütün değerlerime saldırarak, bütün dengemi alt üst edip, hayatımın en sikik meselelerini yüzüme tek tek vurup ondan önceki geçmişimle beni vuran... Emin olun, aldatılmak o kadar acıtmıyor!

Elbette ki şu anda aldatmayı savunmuyorum. Karşılıklı ilişkilerde, tek eşlilik en güzeli fakat git gide yalnızlaşan dünyada, git gide sevgisizleşen, sahteleşen dünyada o kadar çok iğrençlikler oluyor ki. Onlarla karşılaşmadığınız zaman, sevdiğiniz biri varsa karşınızda, kıymetini bilmek gerekiyor. Karşı taraf belki daha az biliyor olabilir fakat yalnızlık da var dostum... O aşktan daha hırçın!



28 Haziran 2011 Salı

Toplum öldürdüğünde aşkı...

Eskilere bir daldık mı, daldığımız göz yaşından dolmuş bir havuzdur... Boğulmamak için derine inemem, korkarım... Üstün körü bahsederim... Şimdi nefesimi tuttum, biraz derinlerde gözlerimi açacağım. Eskilerden dem vuracağım. Bir dost istedi...


Eskiden sevmeden sevişmezdim. Hatta sevdiğimle sevişemezdim. Aşk öyle bir tokat vurmuştu ki, Türk Filmlerinde olduğu gibi savrulmuştum. Savrulurken, başım öyle bir dönmüştü ki, dünyayı çift görüyordum. Midem bulanıyordu arasıra, ama sarhoşluk bulantısı gibiydi... Güzeldi... Uyuyamıyordum. Her saniyesini hatırlıyorum, her çektiği mesajı, her yazdığı notu, her söylediği sözü, her sarılışını, her ağlayışını, her kavgamızı, her gülüşmemizi, her içmemizi... O kadar çok seviyordum ki, dokunamıyordum bile. Sevişmek mi? İnciteceğim diye korkuyordum... Öperdim sadece, gözünden, dudağından, ellerinden... İzlerdim o uyurken, sakin sakin... Sabaha kadar uyuyamazdım onu izlemekten. O da uyumadığını belli etmezdi, ertesi gün sabaha kadar neden uyumadığımı sorardı sadece... 


Çok masumdu yaşadığım aşk... Çok masumdu yaşadığım her saniye... Toplumun işlediği bir cinayete mahkum giden masum bir aşktı... Kuralların, örflerin, adetlerin yok ettiği binlerce sevdadan biriydi bizimkisi... Şimdi soruyorum kendime, o nerede, ben nerede... Bu aşk nasıl kabuk bağladı günlerce, gecelerce... 


Ve şimdi tekrar nefes alamayıp yukarı çıkıyorum dostum. Üzgünüm daha fazla dayanamadım. Bitti... 

24 Haziran 2011 Cuma

Hetero mu olsam acaba? (oylama!)

Başıma gelen boklukları sezon finali vermiş Hürrem Sultan dahi duydu sanırım. O gün, bugündür elime erkek eli, belime erkek beli değmedi yemin ederim. Kendi çapımda takılıyorum işte. Bugün eski arkadaşlardan biriyle konuşurken, "hetero mu olsam ki lan?" dedim. Sonra ciddi ciddi düşünmeye başladım. Of ki ne of. Heteroseksüel ilişkiler o kadar garip geliyor ki... Tıpkı bizim ilişkilerimizin, birçoğunuza garip gelmesi gibi. Anlayamıyorum resmen. Bir erkek neden "meme" diye sızlanır, neden jartiyerlere takıntılıdır, neden?

Bi lezbiyen arkadaşım vardı, kendini bildi bileli lezbiyen hatun. Bir sürü kız arkadaşıyla tanıştım, birlikte barlara gittik, sevgilisi yüzünden bin bir çıngar çıkartmıştı falan hatta. Öyle tutkulu hatun manyağı bir tipti anlayacağınız. Yıllar sonra kızı bi gördüm, yanında bi adam "baaak, bu benim sevgiliiimmmm" diyor. Allah'ım kafayı yiyeceğim lan bizim  kız nasıl böyle bi şey yapabildi falan derken, oturduk birlikte bi kahve içtik. Ben pot kırmamak için dudaklarımı kemiriyorum resmen. Hatun demesin mi, beni biliyor rahat ol diye... İşte o an koptu ipler bende. Her neyse hatun adama söylemiş böyle böyle lezbiyenim ben diye. Eleman da ben sana aşığım fark etmez demiş ve kabul etmiş. 6 ay hiç yatmamışlar sonra olmuş olanlar. Bizim ateşli lezbiyen ben hetero oldum diye dolanıyor ortalarda.

"Olunuyor mu ki lan?" diye sormuşluğum vardır kendime. Evet bir kadınla yatmayı denemiştim fakat sonu tamamen hüsranla sonuçlanmıştı. Hatırlayan, bilen vardır elbet... Onun dışında, şimdi hetero olmaya kalksam (hop dediğin zaman olunuyor mu ya da oldum ben dediğinde olunuyor mu orasını bilmem. Şimdiye kadar onca eşcinsel arkadaşım arasından 1 kişi çıktı sadece! O da hala hatunları kesiyor!) abi zor iş bee! Kılı kırk yar bi kız tavla, tavladıktan sonra hadi konuş görüş bilmemne, bir ton para harca orda burda saatlerce göt devir otur, saçma sapan triplerini çek, sürpriz falan yapman da gerekiyor. Sonra bi sürü kapris falan da çekeceksin elbette. Sonra halvet kısmı gelince ne bok yicez bilmiyorum, bakirim evleneceğim hatuna saklıyorum geyikleri de sökmez. Sonra bi de yasal olarak onanabilen bir kurum olduğundan hetero ilişkiler, evlenmen falan da gerekecek. En azından karşı tarafın nihai amacı o olacak falan. Bir sürü tırıvırı falan.

Neyse lafı çok uzatmayacağım canlarım. Hoppppp diye heteroseksüel olunabiliyorsa, olsam mı acaba?


(yorumlarınız oylamaya tabiidir :) )


(ps: eğer cidden dene diyenler çoğunlukta olursa bi kaç deneme yapıp paylaşırım valla :D )

18 Haziran 2011 Cumartesi

Öylesine bir yazı...

Kalabalık bir sokakta yürüyorum. Herkes bir yerlere koşuşturuyor, gri renkleri hakim. Ben öylesine sokağın ortasında duruyorum. Bir şarkı geliyor arkadan hafiften hafiften. Ellerimi açıyorum aşağıda, durdukları yerde. Parmak uçlarım yere bakıyor. Sakin sakin esen rüzgarı hissediyorum. Herkes bir yerlere koşuşturuyor. Ara sıra birileri bana çarpıyor. Umursamıyorum. Şehrin gürültüsünü dinliyorum, kendi aralarında konuşan insanlar, çok derinden gelen korna sesleri, seyyar satıcıların bir şeyler satmaya çalışması, bir şarkı geliyor arkadan hafiften hafiften. Sanırım kitap dükkanından geliyor şarkı, 60'lar Amerikan Müzikleri... Derken güzelce bir kız yanaşıyor yanıma. "Anket doldurmak için vaktiniz var mı?" diyor, bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum... Gülümsüyorum... Ellerimden hala hafiften rüzgarlar geçiyor. Kız gidiyor. Bu da beni deli sandı diyorum içimden.

Sakinim, çok sakinim... O kadar sakinim ki, bu sakinlikten yalnız başıma olsaydım korkardım belki ama şehir var, insanlar var, kornalar, rüzgar... Şehir var, içinde olduğum. Benim farkımda bile olmayan koskoca şehir... İçinde milyonlarca hikaye barındıran, binlercesi yazsan roman olur tadında, yüzlercesi yazılmış roman olmuş, onlarcası meşhur olmuş hikayeler barındıran şehir. Gri tonlarında şehir, gri tonlarında insanlar, gri tonlarında takım elbiseleri, gri tonlarında sevgileri, gri tonda yaşamları... Ellerimden rüzgar esiyor hala.

Derin bir nefes alıyorum. Gökyüzünden bir damla düşüyor yere, o kadar yavaş gerçekleşiyor ki bu olay, yer çekimi içinden küfrediyor olmalı... O aldığım derin nefeste hissetmiştim ancak bu yağmurun geleceğini... Toprak... Toprak kokuyordu. Ölüm gibi, yaşam gibi, çürümüş kalıntılar gibi, tazelik gibi toprak kokuyordu. Damlalar hızlandı zamanla. Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı... İnsanlar kaçışmaya başladı etrafımdan. Ben gülümsemeye başladım yeniden. Başımı yukarı kaldırdım, gözlerimi kapattım, yağmurun yüzümü tokatlamasını duyumsuyordum. Ellerim de ıslandı zamanla. Bir gök gürültüsü de eklendi şehrin seslerine. Güzel, güçlü, bir sesti...

Durdum, gök kuşağı çıkmadı. Biraz üşümeye başladım. Sanırım o sırada anlamam gereken tek şeyi anlamıştım. Grilerin gitmesi için, eskileri yıkamak gerekiyordu. Saf, gök yüzünden gelen, bir kaç damla yeterliydi renklerin geri gelmesi için... Renkler geri geldiğinde yürümeye başladım. Ölmedim, yeniden de doğmadım... Renkler yeniden vardı fakat kirleneceklerdi. Kirlenmek güzel değildi...

AŞK!!!!

Aşk sadece lise zamanlarında yaşanan bir şey mi acaba? Ergenliğin son yıllarında deli gibi aşık olduğumuz dönemi hatırlıyor musunuz? Abi götüm düşerdi yemin ediyorum. Aman Tanrım öl dese öleceğim, geber dese gebereceğim, okulu bırak dese bırakacağım, yat dese yatacak, kalk dese kalkacak, hayatımı onunla geçireceğim ya sözde. Alaah alaah, ya allah bismillah (The dürdane moduna girdim yine) Öpüp okşarrrrdııımmmmmmm sevgilim seniiiii ayak tırnaklarını kemirirdim ey sevgili güzel sevgiliiiiii.....

Eeeee n'oldu abi yaa? Yıllar önce götünde patlayan ilişki sonrasında bi daha aşık oldum... Hem eskiyi kıskandırıcam, hem de yeniye eskiye dair hafif şeyler söyleyerek onun aşkını perçemleyeceğim falan filan derken alllaaah allaaahhhhh ya allah bismillah... Götümüze giren çıkan boynuzların haddi hukuku kalmamış...

Eee N'oldu? Haaaa akıllanmaya başladım daha sonraları. Öyle pat küt diye dalmamam gerektiğini anladım. Baktım bunlardan bana hayır falan yok, önce kendi ayaklarım üstünde durayım diye üniversite bitirdim. Üniversite dönemlerinde biriyle birlikte olmaya başladım tam iki sene sevgili kaldık. Öyle aman aman aşık olmadım ama sevdim. Hani olmayınca ölmüyorsun, varsa da güzel oluyor denen ilişkiden. Son senesinde birlikte yaşadık falan. Sonra baktım aşık değilim ölüp gebermiyorum falan, ergen döneminin aşklarını yaşayamıyorum. Pat ayrılıverdik.

eee N'oldu hacı yaa? Allaaam vallahi artık aşk meşk denen şeyin ergen hormon hortlamasından başka bi bok olmadığını anladım. Mantık git gide devreye giriyor. Eminim ki Sezen Aksu bile aşk şarkılarını artık mantığıyla yazıyordur. Öldüm geberdim aşk için ölmeli aşk modu yok artık kimsede. Hayır sende olsa millet salak mısın diye bakıyor. Salaklaşıyorsun.

Yok evladım anlaşılan aşk meşk denen şey kalmıyor zamanla. One night stand tiplerle yatıyorsun kalkıyorsun onlarda günlük duygusallık olayını da hallediyorsun, ertesi gün başkasıyla mı yatmış orospu amaaan siktir et diyorsun. Hem kafan rahat, hem kalbin. Emotional fuck boddy diyorum ben boyle tiplere. Ne sevgili, ne sevgili değil...

Ergenliğimi mahfeden Titanic, Sezen Aksu, Nazan Öncel gibi insanları kınıyorum. Aşkı bize bi bok sandırdıkları için bir daha kınıyorum. Kın olun!

Uzun lafın kısası allaaah allaaaahhh bismillaaaahhhhhhh aşk istiyorum süphaaanaaaaalllaaaahhhh

15 Haziran 2011 Çarşamba

İşte O An Özledim Seni, Eski Sevgili...

Çok uzun zaman oldu ben bir sevgiliye aşk şiiri yazmayalı.
Ve yine çok uzun zaman oldu ben aşık olmayalı...
Öyle uzun bir zaman oldu ki sevişmeyeli,
Ki kökü sevmekten gelir...

Çok uzun zaman oldu ben bir sevgiliye bağlanmayalı.
Ve yine çok uzun zaman oldu ben o bağlarla kendimi asmayalı...
Öyle uzun bir zaman oldu ki sevişmeyeli,
Ki kökü sevilmekten de gelir...

Çok uzun zaman oldu ben bir sevgiliye ağlamayalı.
Ve yine çok uzun bir zaman oldu ben o gözyaşlarıyla ıslanmayalı...
Öyle uzun zaman oldu ki sevişmeyeli,
Ki kökü sevgilinin kalbine girmekten gelir...

Çok uzun zaman oldu ben kapılarımı kapatalı,
Sevmeyeli, sevilmeyeli, karşılıklı kalplere girmeyeli...
İşte o an özledim seni, eski sevgili...

Haftanın şarkısı...


Nil Karaibrahimgil - Hakkında Her Şeyi Duymak... vidifunny

14 Haziran 2011 Salı

-Hiç kendini kenara atılmış hissettin mi?

-Hiç kendini kenara atılmış hissettin mi?

İşte bu soruyla başladı, düşünmeye, sinirlenmeye, bir daha anlamayanlara bir şey anlatmama kararı almaya niyetlenmem. İlk anda tepkim, "Kimse bana o kadar sahip olmadı ki, kenara atabilsin!" oldu. Daha sonra tepkiler gelmeye başladı; "Hiç mi kendini yalnız hissetmiyorsun?","Ona sorarak hata yapıyorsun, nereden bilsin ki adamın felsefesine ters...", "Adam hayatı ciddiye almıyor ki, gülüp geçiyor.", "Götünden düşünme bir kere de"...

Son tepkiye verdiğim cevap atan şartelimin ve sonrasında kapatılan bir muhabbetin içimde devam etmeye başlamasıydı: "Götümden düşünseydim, sizlerle aynı fikirde olurduk."

Beni tanımayan insanların genelde düşündüğü şeydir bu, aslında alışmış olmam gerekiyordu fakat bazen sakin olamıyorum. Hayır, şımarık, gayriciddi, sulu bir insan değilim! Aslında hayatı ve yaşanmışlıkları o kadar çok önemsiyorum ki, kendime savunma mekanizması bile geliştirebiliyorum.
En güçsüz anlarımda en güçlü ben oluyorum, yanımda güçsüz biri varsa, ben daha güçlü durup ona da destek olmaya çalışıyorum. Ben o kadar ciddiye alıyorum ki hayatı, birinin beni kenara atmasına izin vermiyorum.

Yalnızlık, kendini değersiz hissetmek, birinin beni terk etmesiyle değil ancak ve ancak benim kendimi terk etmemle gün ışığına çıkacak bir olgudur. Sizlerin asıl bilmediği konu şu ki, aslında kimse yanınızda yok. Ayrılık bir şekilde geliyor ya irade içinde ya da irade dışında... Bu yüzden özde birine bağlarsanız yaşamınızı, boşa ipoteklemiş olursunuz. O gidecektir, geride yine siz kalacaksınızdır. Siz o gittiğinde yaşayamıyorsanız, biliniz ki hiçbir zaman güçlü olmamışsınızdır. Hayatı ciddiye almamışsınızdır. Hayatın "Doğum" kadar "Ölüm"ü de barındırdığını anlayamamak, ayrılıklara akıl sır erdirememek ancak insaniyete ait bir zaaftır.

Başkası gittiğinde yaşayamayacaksanız eğer, siz neden varsınız? Sizin hayattaki yeriniz ne? İşte bu yüzden yalnızlığı sevmemiz gerekmez mi? Mecburiyetten de olsa, alışmak gerekmez mi? Ancak bu şekilde var olmaz mıyız? Yarım elma olup diğer yarıyı aramaktansa tam elma olmak daha mantıklı değil mi?

Bütün söylediklerimden, asosyal olmayı, aşık olmamayı, biriyle olumlu ilişkiler kurmamayı çıkartıyorsanız da işin götünden düşünen tarafsınız. Benim söylemeye çalıştığım sadece hayatınızı bir diskin üzerindeki çizgilere benzetirseniz, ortada siz durun, oraya kimseyi almayın, bir sonraki halka da yer alsın en değer verdiğiniz kişiler. Kendinize ne kadar yer ayırırsınız orası beni ilgilendirmez elbet fakat kendi halkanızın içine birisini dahil ederseniz, o kişi gittiğinde kenara atılmış hissedersiniz.


İşte bu yüzden sizlerden farklı düşünüyorum çünkü siz gibi düşünenler hayatım boyunca bir tuğla verdi bana. Kimi kafama attı, kimi elimde bıraktı gitti... Ben de onlardan bir duvar ördüm. Duvarın arkasını göremediğiniz için, sizin söyledikleriniz ancak üstünü tekrar kapatacağım birer duvar yazısı olarak kalacaktır.

Saygılar...

12 Haziran 2011 Pazar

Akşam sefası... Hediyem olsun sizlere...


Zaz – Je veux şarkı sözleri ve çevirisi
Donnez moi une suite au Ritz, je n’en veux pas ! / Bana Ritz’den bir kıyafet ver, istemem onu !
Des bijoux de chez CHANEL, je n’en veux pas ! / Chanel’den mücevherler, istemem onu  !
Donnez moi une limousine, j’en ferais quoi ? papalapapapala / Bana bir limuzin ver , ne yapayım onu ?
Offrez moi du personnel, j’en ferais quoi ? / Bana hizmetçiler öner , ne yapayım onu ?
Un manoir a Neufchatel, ce n’est pas pour moi. / Neufchatel’da bir malikhane, bana göre değil.
Offrez moi la Tour Eiffel, j’en ferais quoi ? papalapapapala / Bana Eiffel Kulesi’ni öner, ne yapayım onu ?
Refrain: / Nakarat:
Je Veux d’l'amour, d’la joie, de la bonne humeur, / ben aşk, keyif , hoş mizaç (hoş sohbet olması daha olası gibi geliyor bana ama sözlük öyle diyor) istiyorum
ce n’est pas votre argent qui f’ra mon bonheur, / beni mutlu edecek sizin paranız değil
moi j’veux crever la main sur le coeur papalapapapala / ben elim kalbimde ölmek istiyorum
allons ensemble, découvrir ma liberté, / hadi beraber özgürlüğümü keşfedelim.
oubliez donc tous vos clichés, / yani bütün klişelerinizi unutun
bienvenue dans ma réalité. / benim gerçekliğime hoşgeldin(iz)
J’en ai marre de vos bonnes manières, c’est trop pour moi ! / Sizin iyi davranışlarınızdan bıktım, bu bana fazla !
Moi je mange avec les mains et j’suis comme ça ! / Ben ellerimle yemek yerim ve ben böyleyim !
J’parle fort et je suis franche, excusez moi ! / Doğrudan konuşurum ve açık sözlüyüm, özür dilerim !
Finie l’hypocrisie moi j’me casse de là ! / İkiyüzlülüğe bir son verin, bıktım bundan !
J’en ai marre des langues de bois ! Odunların dilinden bıktım !
Regardez moi, / Bana bakın
toute manière j’vous en veux pas et j’suis comme çaaaaaaa / herneyse, size kızgın değilim ve ben böyleyim
(j’suis comme çaaa) papalapapapala / Ben böyleyim

7 Haziran 2011 Salı

Teşekkürler bir şekilde...

Hepimiz biraz kusurluyuz. Hepimiz bazen çekip gitmek istiyoruz. Gelecek için hep daha fazlasını istiyor, geçmişte kaybettiklerimize hayıflanıyoruz.

Buralardan çekip gitsem, kimseleri umursamadan, para derdim olmasa, geri dönme derdim olmasa, burada kalan gelecekteki aşklarım için umudumu hiçe saysam... Geçmiş aşklarsa, hep kalacaklar o zaman çizgisinde işgal ettikleri yerde.

Zaman çizgisi şeklinde uzanıyor her şey. İngilizce dersinde anlatmak için kullanırlardı genelde bunu. Past tense, present tence, future tence... Gelecek zaman diye bir şey yok aslına bakarsanız. Sayı doğrusundaki ok gibiyiz hepimiz. Sürekli ilerliyoruz, uyurken bile. Geçmişte kalan her saniye, sayı doğrusunun rakamlarını oluşturuyor. İşte o aralıklarda bıraktığım eski sevgililere bakıyorum da bazen... Zamanında pek kırmızıymış o şerit, sonra tekrar simsiyah oluvermiş. Tekrar tek başıma kalmışım. Günübirlik ilişkiler olmuş sonrasında hep, nokta nokta... Gelecekte kaç nokta daha konacak kim bilir...

Hayatım bir borsa çizelgesi olsaydı eğer şimdi oldukça aşağılarda bir yerde olurdu büyük ihtimalle. Büyük düşüşler mevcut. Ama daha kötü günler de geçirmiştim biliyorum. Kriz teğet geçmemişti, bizzat bana geçmişti...

Eştensel Günlük dediğim zamanlar, gerçek bir günlüğe yazar gibi yazacağımı hiç düşünmemiştim. Ya da twitter denen sitenin bana neler getireceğini pek bilmeden atılıvermiştim. Hesabımı ilk oluşturduğum gün dün gibi aklımda. Şimdi dönüp baktığımda iyi ki yapmışım diyorum. Çünkü, hiç tanımasak da birbirimizi, bir şekilde kaygılanıyoruz, bir şekilde önemsiyoruz... Sizlerden gelen her yorum, her Tweet hayatıma bambaşka şeyler katıyor. Olur da bu site de yasaklanırsa bilin ki sizleri çok özleyeceğim, iyi ki varsınız...

3 Haziran 2011 Cuma

Çağın vebası Türban!

Az önce Twitter'da Türbanlı bir kullanıcının eşcinseller üzerine prim yapmaya çalıştığını gördükten sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Çünkü bir süredir dikkatimi çeken şey, kapalı arkadaşlarımızın eşcinseller üzerinden prim yapmaya çalışmaları. Örümcek ağı bağlamış bir zihniyetin ürünü olan bu insanların aslında birer hasta olduğunu iddia ediyorum.

Şimdi iddiamı dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım. Türban denen mevzu MÖ ki yıllarda fahişeler tarafından kullanılan bir semboldü. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'ın açıklamaları şu şekilde; Tanrı’ ları kızdırmamak adına, eğlence için kadınları kullanıyorlar. Tanrılar, şunu yapın bunu yapın demiyor ama inanışları gereği kendiliklerinde n böyle eğlenceler yapıyorlar. Bir kısım kadın da seks köleliği yapıyor. Tanrı’ nın işini yapıyorlar. Temeli de, Sümer’ ler de nasıl yemek yiyorsun, seks de öyle onlar için günah bir kavram değil, çok doğal bir durum. Gençlere bir nevi seks terbiyesi yapıyorlar. Gılgamış’ ta da vardır bu olay, mesela Gılgamış’ a mabetten böyle başını örtmüş bir kadın gönderiyorlar. Konuşmayı ve seks yapmayı öğretiyor. 



Anadolu Kadın'ı Başını kapatırken, düşüncelerini kapatmazdı. Buna bir çok örnek olarak, köylerdeki eşcinselleri kabullenen, onları anlamaya çalışan insanları örnek gösterebiliriz. Hala bu kadınlardan var. Ne güzeldir ki, örtünen ama düşüncelerini örtmeyen insanı insan olduğu için sevmeye çalışan, çok güzel insanlar var bu ülkede hala. 

Asıl hastalıklı durumu irdelemeye başlayalım isterseniz. Bir toplum tarafından baskılanan kadınlarımızı düşünün. Açık başıyla gezene fahişe yaftası yapıştıran, namus simgesi olarak, Türbanı gösteren bir toplum! İşin kısacası, namus kavramını, bir tek kadınların üzerine yıkan bir toplum düşünün. Aslında düşünmenize bile gerek yok. Sadece gözlerinizi iyice açın ve etrafınıza bakın! Çok net bir şekilde göreceksiniz bu toplumu. İşte böyle bir toplumda, kadınlar cinsel dürtülerini örtmek, saklamak için, denize haşemalarla giren, kafalarını kapatan, kafalarının yanında düşüncelerini de kapattığını hisseden bir kısım insan topluluğu. Bu insan topluluğu, psikoloji de "yansıtma" savunma mekanizması dediğimiz şeyi kullanarak sürekli başkalarına namussuz, dinsiz, bilmemnesiz gibilerinden bir sürü şey söylüyorlar. Bu gibi zoraki kapananların genel olarak en fazla saldırdığı insan topluluğu eşcinseller oluyor. Çünkü kendi içlerindeki eşcinselliği bastırmaya çabalayarak, başkalarınınkine tukaka yaparak kendilerini saklıyorlar. 

Kendi eşcinselliklerinden kastım, geçtiğimiz günlerde çok eşliliğin yasal olması gerektiğini düşünen bir ablamız olduğunu hepiniz hatırlayacaksınız. Mesela, kendisi bir kadınla ilişkiye girmek istiyor fakat bunu yapamıyor. Çözüm nerede? Hemen dini kendine göre yorumlayıp, hoooopppp 4 kadın serbest olsun. Böylece ben de bir kadın bedenini görmüş olurum. Kocamla birlikte grup seks yaparım. Her şey kitaba uygun. Ohh miss... Ablacım biz yapınca zina, siz yapınca? 

Bu gibi mantığın İran'daki genel eve girerken imam nikahı kıyıp, çıkarken "boş ol!" diyen mantıktan ileri bir düşünce savı olduğunu düşünmüyorum. Allah inancına hiçbir şey demiyorum elbette. Benim burada bahsettiğim insanlar malesef ki Allah'a inanmaktan çok toplumsal baskı sebebiyle kapanıyorlar. Kapalı olmak üzerilerindeki baskıyı hafifletiyor ve böylece kendileri haricindeki herkes namussuz, kendisi namuslu... Hafifleyen baskı sonrasında misler gibi istedikleri her şeyi yapıyorlar. 

Benim tek söylemek istediğim, başkasının size sunduğu yüzyıllık düşünceleri bırakalım, kendi aklımız var, yeni düşüncelere açık olalım. Böylece Sümerler zamanına dönmez, bütün fahişeler kapanmaz, fahişelik yapan yapar, kapanan gerçekten inandığı için kapanır... Böylece sadece dini inançları dolayısıyla kapanan, ama bunun yanında düşüncelerinde özgür bir toplum oluşur... 

Saygılar...