Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Haziran 2011 Cumartesi

Öylesine bir yazı...

Kalabalık bir sokakta yürüyorum. Herkes bir yerlere koşuşturuyor, gri renkleri hakim. Ben öylesine sokağın ortasında duruyorum. Bir şarkı geliyor arkadan hafiften hafiften. Ellerimi açıyorum aşağıda, durdukları yerde. Parmak uçlarım yere bakıyor. Sakin sakin esen rüzgarı hissediyorum. Herkes bir yerlere koşuşturuyor. Ara sıra birileri bana çarpıyor. Umursamıyorum. Şehrin gürültüsünü dinliyorum, kendi aralarında konuşan insanlar, çok derinden gelen korna sesleri, seyyar satıcıların bir şeyler satmaya çalışması, bir şarkı geliyor arkadan hafiften hafiften. Sanırım kitap dükkanından geliyor şarkı, 60'lar Amerikan Müzikleri... Derken güzelce bir kız yanaşıyor yanıma. "Anket doldurmak için vaktiniz var mı?" diyor, bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum... Gülümsüyorum... Ellerimden hala hafiften rüzgarlar geçiyor. Kız gidiyor. Bu da beni deli sandı diyorum içimden.

Sakinim, çok sakinim... O kadar sakinim ki, bu sakinlikten yalnız başıma olsaydım korkardım belki ama şehir var, insanlar var, kornalar, rüzgar... Şehir var, içinde olduğum. Benim farkımda bile olmayan koskoca şehir... İçinde milyonlarca hikaye barındıran, binlercesi yazsan roman olur tadında, yüzlercesi yazılmış roman olmuş, onlarcası meşhur olmuş hikayeler barındıran şehir. Gri tonlarında şehir, gri tonlarında insanlar, gri tonlarında takım elbiseleri, gri tonlarında sevgileri, gri tonda yaşamları... Ellerimden rüzgar esiyor hala.

Derin bir nefes alıyorum. Gökyüzünden bir damla düşüyor yere, o kadar yavaş gerçekleşiyor ki bu olay, yer çekimi içinden küfrediyor olmalı... O aldığım derin nefeste hissetmiştim ancak bu yağmurun geleceğini... Toprak... Toprak kokuyordu. Ölüm gibi, yaşam gibi, çürümüş kalıntılar gibi, tazelik gibi toprak kokuyordu. Damlalar hızlandı zamanla. Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı... İnsanlar kaçışmaya başladı etrafımdan. Ben gülümsemeye başladım yeniden. Başımı yukarı kaldırdım, gözlerimi kapattım, yağmurun yüzümü tokatlamasını duyumsuyordum. Ellerim de ıslandı zamanla. Bir gök gürültüsü de eklendi şehrin seslerine. Güzel, güçlü, bir sesti...

Durdum, gök kuşağı çıkmadı. Biraz üşümeye başladım. Sanırım o sırada anlamam gereken tek şeyi anlamıştım. Grilerin gitmesi için, eskileri yıkamak gerekiyordu. Saf, gök yüzünden gelen, bir kaç damla yeterliydi renklerin geri gelmesi için... Renkler geri geldiğinde yürümeye başladım. Ölmedim, yeniden de doğmadım... Renkler yeniden vardı fakat kirleneceklerdi. Kirlenmek güzel değildi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder