Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Kasım 2011 Salı

Malız Biz!

( Bu konuşmalar tamamıyla gerçek konuşmalardır, hepsi geyik anında çıkmıştır... Karakterler (D)Dilvin, (S)Soykan ve (E)Eştensel Günlük'tür. Soykan ve Dilvin sevgilidir, Eştensel Günlük ilişkilerindeki 3. şahsiyettir...


E : Abi dedemin çocukları diye bi film çıkmış ona gitsek ya herkes ağlıyormuş falan.
D : Dedemin çocukları biz oluyoruz lan! Filmin adı o değildir. (ps1: Dedemizin çocuğu biz olmuyoruz!)
E : Yok lan dedemin insanları!
D : Dedesi Tanrı mıymış?
S : Yok Egeliymiş...
E : Aynı şey lan, burası İyonya oğlum ne Tanrılar doğurdu bu topraklar Zeus, Herkül, Thor hepsi bu toprağın mahsülü...
(ps2: malız biz!)

--------------------------------------------------------------------------------------

S : Abi Jenga oynasak ya.
E : Yok abi oynamayalım, tavla mavla daha iyi gider şimdi.
D : Neden ki?
E : En son biz oynamıştık, kutuya dizerken bi sonraki oynayacak olana götlük olsun diye yanlış dizdik.
S : Haa! Biz senden sonra oynadık...
D : Yine bozuk dizmiştik...

Sonuç: İlk el için dizilmek üzere götümüzde patlayan jenga tahtaları)

-----------------------------------------------------------------------------------------


(Telefon konuşması)
D: Aşkım uyandın mı?
E : Dilvin salak mısın beni arıyorsun!
D : Off yaa, Soykan'ı uyandıramıyorum.
E : Beni ararsan uyanmaz elbette...
D : Kapat telefonu sınava gircem ben!

--------------------------------------------------------------------------------------------

(Telefon konuşması, Dilvin'le Soykan birlikte, ben evimde...)

S: Abi biz bir konuda münakaşaya varamadık, seni aradık...
E ve D aynı anda: Münakaşa edip, mutabakata varılmadı herhalde...
S : Bi baskı kurmayın üstümde!

---------------------------------------------------------------------------------------------

D : Geçen gün ikimiz birden düzelttik ya Soykan'ın dediklerini bozulmuş bize...
E : Bozulmayan Soykan istiyoruz!
S : Yok yeaaa bozulmadım aslında... (Küçük emrah tonlamasıyla)
E : Mesela ben sesilya (Cecilia Bartoli) diye okurdum, Bay X beni düzeltti meğer çeçilya diye okunurmuş, bozulmanın aksine sevindim...

S: Başka neleri düzeltti. (Ps: Laf sokmanın verdiği yavşak gülümsemeyle birlikte)
E : Geriye neyim kaldıysa hepsini bozdu Soykan...
D : Aşkım eğer üç kere daha kapak yaparsa tabak alalım olur mu?

15 Kasım 2011 Salı

Ben öyle işte

Ben öylesine yorgun ki,
En ufak aşk ihtimalinden kaçar...
Aptal bahaneler uydur,
Sırf yalnızlığımla yalnız kalmak için,
İnsanlar inanmadılar ancak, anlamadılar da.

Ben öylesine yorgun ki,
Gördüğümde nefessiz kalsam da seni,
Aşka yeni düşmektense, senin için değil!
Yalnızlığımla birlikte yorgunluğuma ağlar.

Ben öylesine yorgun ki,
Şiirlere kafiye uydurmakla uğraşmaz,
Arkadaşlıkları kurtarmak için boğuşmaz,
Sana dokunamaz...

Ben öylesine yorgun ki,
Ben öylesine,
Ben öyle...
Yorgun
ki,
Dinlenmek için ölümü bekler...

Ben öylesine yorgun ki,
Sana sarılma ihtimalini dışlar,
Uykuya dalarım...

Ben öyle işte...

13 Kasım 2011 Pazar

Öylesine...

Hiçbir yazımı yazarken "Bu yazım birine ders versin" ya da "Bilmem kimin hayatına dokunsun" mantığıyla yazmıyorum. Bir şekilde okuyan okuyor, bir şekilde beğenen beğeniyor, beğenmeyen de ses etmiyor. Beğenmeyenin ses etmemesinin sebebi de, bu yazıların hepsinin kişisel yazılar olması. Bunu yapmayı bir şekilde sevdim ancak neyse ki, hayatta en büyük zevkim yazı yazmak değil.

Hayatta zevk aldığım şeyleri sorguladığım değişim bir dönemdeyim. Bugün çok sevdiğim sohbetinden keyif aldığım bir arkadaşımla oturduk; hayattan, yaşadıklarımızdan, şimdiki zamandan bahsettik. Geçmişteki ufak detayları irdeledik. Tek tek olmasa da, şuan ki düğümün sebebini bulmaya çalıştık. Yarı nükteli bir dille kaygılarımızdan konuştuk. Sonrasında oturup düşündüğüm zaman, fark ettim ki bir insan başkaları tarafından ne kadar nefessiz bırakılmışsa, baskılanmışsa veya ne kadar zorlanmışsa o kadar derine inebiliyor. Düşüncelerin her birini nefes tutmak gibi gördüğün zaman, denizin derinlerine inebilmek için geçmişinde biriktirdiğin çok fazla pratiğinin olması gerekiyor. Eğer hayatın boyunca zorlanmamışsan, nefesini tutamıyorsun ve düşünceler çerçevesinde sadece sığ bir bakış açısı geliştiriyorsun, bir nevi senin dalman ancak kelebek yüzme kadar dalış oluyor. Umursamayıp çıkıyorsun. Derinlere daldığında ise engin bir deniz, bambaşka bir yaşam bekliyor seni, bambaşka bir bakış açısı kazanmış oluyorsun. Fakat gördüklerini sığ dalışlarla yetinen insanlara anlatamıyorsun. Çünkü aynı dalışı kendisinin de yaptığını savunup, bunları göremediğini söylüyor. Sen de susmak zorunda kalıyorsun. Bu susmalar birikiyor elbette...

Susmak, etrafı daha çok incelemeyi getiriyor. Zamanında çok konuşmuş olmanın verdiği bir bıkkınlık oluyor üzerinde. İnsanlara bir şeyler ispatlamak zorunda kalmıyorsun. Çevremde konuşanları dinliyorum sık sık, bazen yan masadalar, bazen yolda bir süre aynı yönde yürüyoruz... Konuştuklarına itiraz edesim geliyor, yapmıyorum. Onlara göre konuştukları şeyler o kadar doğru ve ben o kadar yanlışım ki! Onların doğruları da bana o kadar sığ ve yayvan geliyor ki, bir o kadar yanlış... Eskiden olsa yapardım, onları da ikna etmeye çalışır, lafın orta belinden dalardım konuya. Şimdi sadece bırakıyorum, senin doğrun sana, benim doğrum bana...

Arkadaşımla konuşmam diyordum. Bugün benim için gerçekten de değerli bir gün bunun tek sebebi, sadece konuşmaktan zevk aldığım insanlarla konuşmak isteyeceğim veya istemeyeceğim konuları eğlenceli bir şekilde konuştum; konuşmayı hazetmediğim insanlarla konuşmak zorunda olduğum şeyleri konuşmadım.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Aynalar...

Aynaları pek sevmem. Çok mecbur kalmadıkça da bakmam. Dışarı çıkmadan önce ayna karşısında saatlerini geçirenlerden olmadım hiç. Nadir de olsa kendimi gördüğüm oluyor ancak.


 Öyle zamanlar geliyor ki, evdeki bütün aynaların üstünü örtüyorum. O kadar canım sıkılıyor ki, hayatı da görmek istemiyorum. Sürekli bir uyku, uyanıp tekrar uyku... Bir nefes alamama hali...

Öyle zamanlar geliyor ki, salt karanlığı, yok oluşu istiyor insan... İnananlara imreniyor, öldüklerinde cennet veya cehennemleri var diye. Sıkıştıklarında anlamını bile bilmedikleri kelimeleri mırıldanarak huzur bulabiliyorlar diye...

Öyle zamanlar geliyor ki, dostlarını özlüyor insan... Zamanında dost dediklerini, araya giren ayrı yaşamlarla, ayrı insanlar olduklarını bilmedikleri, boş teranelerden lafladıkları dostlarını...

Öyle zamanlar geliyor ki, kendini özlüyor insan be arkadaşım, eskiden daha yakın olduğu kendini ve işte öyle zamanlarda bir ayna yetiyor ağlamaya...


9 Kasım 2011 Çarşamba

Yarım

Yarım,
Kaldığında o aşk;
Yarım,
Başka bir bedende kaldı.

Yarım,
Başkasına aşka düştüğünde yine;
Yarım,
Diğer yarısını özledi, bir daha yarım kalırken...

Şimdi bende bir ben var,
Ufak bir nokta kadar,
O da yarım nafile...