+Kadere inanıyor musun?
-Bazen.
+Nasıl oluyor o?
-Bazen inanıyorum, bazen inanmıyorum.
+ Garip
-Reddetmeyecek kadar inanıyorum, kabul edebilecek kadar inanmıyorum.
+Peki ya Tanrı ve din?
-O konu uzun.
+Vaktim var, en azından uykum gelene kadar.
-Tamam o zaman, Tanrı ve din iyi ki var. Şayet birçok insanın bu kavramlara o kadar çok ihtiyacı var ki.
+Biraz daha açar mısın?
-Bazı insanlar nefslerine hakim olamazlar. Zaten günah denen kavram da burada doğuyor. Freud nefs kavramına id demiştir. Yani temel içgüdüler. Cinsellik, şiddet... Doymak bilmeyen şımarık, ahlaksız yanımız. Bir de süperegomuz var. İdle sürekli çatışan ahlaki ve toplumsal kurallara uymayı emreden kısıtlayıcı yanımız. Birinden biri baskın geldiği zaman kişiliğimiz bambaşka şekillere girebilir. İşte ikisinden biri baskın gelmesin diye dengede tutan bir kavram daha var o da; Ego. Tam bir arabulucudur.
Bana göre bazı insanlarda ego denen kavram düzgün çalışmıyor. İşte burada devreye din ve Tanrı giriyor. İdin isteklerini belli kurallar çerçevesinde kısıtlayacak toplumsal ahlak kuralları ancak süperegonun yaşamayı engelleyecek derece yasaklar koymasını da engelleyerek. Eğer din ve Tanrı olmasaydı toplum ahlaki bir çöküntüye uğrardı. Şimdiki dindarların çoğu, günah diyerek yapmadığı birçok olguyu umursamaz olacaklardı: hırsızlık, tecavüz, pislik (maddi anlamda, bedenen pislik.), insana ve hayvana zarar verme ve daha nicesi... Bu insanların durmasının tek nedeni, bu olguları din denen kavramın yasaklamış olmasıdır. Bir insana verilecek en büyük ceza vicdanıyla verilir. Yıllarca hapis yatsa da, pişmanlık duymadığı müddetçe o mahkumun cezasının hükmü yoktur. Vicdanın da çenesi düşüktür, hiç susmaz, sürekli konuşur, sürekli cezalandırır insanı. Din vicdanı susmuş insanların, vicdanı adına konuşur. Aynı zamanda ödül ve ceza sistemiyle bu savlarını ve kurallarını cazip veya caydırıcı hale getirir. Ve her dinin en büyük vaadi, insanlığın en büyük zaafına yöneliktir: "ÖLÜMSÜZLÜK!" Din, senin burada öleceğini ancak sonsuza kadar yaşayacağın bir dünya daha olduğunu söyler ve o dünya ancak senin, onun kurallarına uymanla güzelleşecektir. Düşünsene, sırf ölümsüzlüğü yaşayacağını söyledikleri için ölüp yok olacağın bir dünya yaşamından verebileceğin fedakarlıklar... Reankarnasyon olsun, ölüm sonrası öbür dünya olsun hepsi ama hepsi bu zaafla beslenir. Hiç kimse salt karanlığı kabul etmek istemez. Eğer din deseydi ki, "Kurallarıma uy, beni sorgulama ancak sana ölümsüzlük vaat etmiyorum. Öldüğünde salt karanlıkta kaybolacaksın! Şu anda kullandığın bedenin doğada kaybolup gidecek, çürüyerek doğal seleksiyona katkıda bulunup, yok olacak!" İnanır mıydın? Fazla realistik değil mi? Ben Tanrı'nın olmadığını iddia etmiyorum, sadece var olduğundan da emin olamayız diyorum. Tek diyeceğim, varsa boku yedik...
( Uykuya dalan sohbet eşini öper ve izler...)
"varsa boku yedik" haha iyiymiş :)
YanıtlaSilbazen bazı şeyleri Allah'a havale etmek insana cidden çok iyi geliyor; bana göre iyi ki var :)
:)
YanıtlaSil