+Bana geldiğin için mutlu musun?
-Gelmek diye bir şey yok. Ben buraya başka bir yerden gittiğim için vardım.
+Neden kabul etmiyorsun geldiğini?
-Gittiğim yer, kabul etti mi ki gittiğimi?
+Nereden bilebilirsin ki gider gitmez unutulmadığını?
-Kim unutulduğunu kabul etmek ister ki?
+Senin unuttukların olduğu kadar, doğaldır bu.
-Benim unuttuklarım, kabullendiler mi ki unuttuklarını? Kimse istemez unutulmayı, umut değildir bu. umut geçmişe duyulmaz şayet. Bir arzu belki.
+Unutulmamak için ne yapıyorsun peki?
-Aramıyorum kimseyi.
+Bu seni unutturur.
-Bu beni unutulmaz kılar.
+Nasıl?
-Ararsam eğer unuttuğunu öğrenebilirim. Bundan kaçıyorum ben. Bilmezsem unuttuğunu, unutulmadım diyebilirim. En acısı unutulmak değil aslında, unutan birine kendini hatırlatmak, hatırlatmaya çalışmak...
+Acı...
-Çok acı...
BU SAYFADAKI TÜM YAZILARIN KULLANIM HAKKI Eştensel günlük rumuzlu kullanıcı'YA AITTIR. SAHIBININ IZNI OLMADAN HERHANGI BIR ŞEKILDE KULLANILMASI YASAKTIR ! ILETIŞIM : SSAMDAWSON@HOTMAIL.COM
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
22 Haziran 2012 Cuma
18 Haziran 2012 Pazartesi
En güzel spor, seks!
Spor yapmayı her zaman gereksiz görenlerdenim. İşin aslı kıçıma zor gelmesi. Koşu bandında koşuyorsun ancak bir yere varamıyorsun. Bir şeyden kaçmadıkça koşmak çok saçma! Bir sürü ağırlık kaldırıyorsun; iniyorsun, biniyorsun; yok efendim bilmem ne kasını çalıştırmak için bilmem ne hareketini yapıyorsun falan. İşte bunların hepsini yapmayı bir süre ben de denedim. Malesef ki estetik benim için çok önemlidir. Tabi ki karşındakinin estetiğini sorgularken, bir aynaya bakmak da gerekmiyor değil.
Onca yıldır vücudumun zayıf ancak fit kalmasının tek sebebi vardır o da; seks. Bence sporun en eğlenceli halidir seks. Bir kere bütüüüüüüün kaslar çalışıyor anacım. Tabiii karşındaki insanın bu konuda ne kadar yaratıcı olduğuna da bağlı. Şayet günümüzde misyoner pozisyon hariç her şey yasak hale gelse de, dört duvar arasına kim karışabilir ki!
Bir kaç örnekle güzel bir seksi bir saatlik spor programına uyarlayalım bakalım. Spora koşuyla başlıyorsun, seks sırasında ne kadar tempoluysan, o kadar koşmuş sayılırsın. Erkekler kol ve karın kasları için partnerlerini ayaktayken kucağa alabilirler böylece hem ağırlık kaldırmış olurlar hem de kol kasları çalışır. Bu sırada kucakta olan insan evladı ise bacak kaslarını çalıştırmış olur (Kızlar! Bu selülit için iyi gelebilir!). Ardından yapılacak doggy style (Köpek stili, partnerlerden biri dizlerinin üstünde duruyor, diğeri arkada) arkada olan için bacak kası olacaktır. Bir bacağın yana atılması suretiyle olan ilişkide ise dişil olan için bıngılların erimesi için başarılı bir çalışma olacaktır. Ayrıca ülkemizde yasak olan oral seks ise yapan için boyun ve kanat çalışma imkanı tanırken, bu sırada yaptıran ise kasılmalar sebebiyle maksimus (kıç) kasını çalıştıracaktır. Klasiklerden biri olan kucağa oturma ise oturan için maksimus kası çalıştıracaktır. Ardından erkekler için çok önemli olan göğüs kası için halk arasında bacak omuza denen pozisyonu öneriyorum. Kadınlarda göğüs sarkması içinse erkeklerin -genelde pek başarılı olamasalar da isteklerinizi söyledikten sonra ya da ben böyle çok tahrik oluyorum yalanıyla doğru şekilde öğretildiğinde- göğüslerle ilgilenmesi ve masaj yapması iyi gelecektir.
Çalışmayan kasınız kaldı mı canlarım? Bunlar için sizlerin yaratıcılığı ön plana çıkmalı! Hem zevk alıyorsun, hem de spor yapıyorsun işte, daha ne olabilir ki! Bütün bilimsel araştırmalar az önce anlattığım şeyleri desteklemektedir. Tabi gidin, her bulduğunuzla sevişin demiyorum! Ancak iyisini bulursanız elinizden kaçırmayın canlarım. İyisi olmazsa da "eh idare eder" partnerinizi bir şekilde elinizde tutun! Eminim ki bir odundan sanat yaratılabilir! Yeter ki karşıdakini kırmadan, ben dili kullanarak anlatın derdinizi. Son olarak seks sırasında yakılan kalorilere gelince;
18 dakika aralıksız yapılan seks büyük bir dilim çikolatalı pastayı yakar.
Bir pizzanın yarı kalorisini yakmak için 26 dakika aralıksız seks yapmak gerekir.
Bir cheeseburgerden aldığınız kaloriyi 53 dakikalık Fransız öpücüğüyle yok edebilirsiniz.
Partnerini soyan bir kişi, soyarken tek elini kullanırsa 2 katı daha fazla kalori yakar.
Soyma işlemi 'dişlerle' yapılırsa 87 kalori harcanır.
Seviştikten sonra yatakta geçirilen rahatlama süresinde dahi kalori harcamaya devam edilir.
Bir pizzanın yarı kalorisini yakmak için 26 dakika aralıksız seks yapmak gerekir.
Bir cheeseburgerden aldığınız kaloriyi 53 dakikalık Fransız öpücüğüyle yok edebilirsiniz.
Partnerini soyan bir kişi, soyarken tek elini kullanırsa 2 katı daha fazla kalori yakar.
Soyma işlemi 'dişlerle' yapılırsa 87 kalori harcanır.
Seviştikten sonra yatakta geçirilen rahatlama süresinde dahi kalori harcamaya devam edilir.
1 saat yüzme ortalama 500 kalori harcattırır. 1 saat aralıksız ve yoğun bir seksle yine 500 kalori harcanır.
(Bu bilgiler Hürriyet Gazetesi'nin bir yazısından alıntıdır. )
İşin içine fantezileri de katınca oy maşallah, erimeyen yerler kas yapmayan bölgeler görün ne hale gelecektir.
(Bakireler! Sizler oynaşarak da yapabilirsiniz bunları, etkili olmasa da yapacak bir şey yok, siz neden hala bakiresiniz ki beee! )
E ne duruyorsunuz, hadi sevişin!
12 Haziran 2012 Salı
Konuşmalar 6 (Mutluluk)
+Mutlu musun?
-Daha fazlasını bulabileceğimi bildiğim için, hayıflanıyorum sadece. Daha önce de mutluluk yaşadım elbet. Ancak mutluluk, bir peçete alevi gibi geçicidir.
+Benimle birlikteyken mutlu musun?
-Elbette mutluyum. Ancak anlatmak istediğimi tam izah edemedim. Senden önce de sohbet edebildiğim, sevebildiğim insanlar oldu. Onlarla birlikteyken de mutluydum. Şimdi bakıyorum da, onlarla yaşadığım mutluluk, şu an ki mutluluğun yanında bir hiç kalıyor. Yani buradan o gün yaşadığım mutluluğun aslında bir mutluluk olmadığını çıkartabiliriz. Eğer o gün mutluysam bu nedir, eğer bugün mutluysam, onlar neydi?
+ Hepsinin ayrı bir tadı olduğunu düşünmüyor musun, her mutluluk ayrı bir keyif desek?
- Denilebilir elbette, fakat daha fazlası varsa ve elde edilebilecekse... Belki de şu an yaşadığım son mutluluğumdur. Belki ileride daha çok mutlu olup, bugünleri hayıflanarak anacağım. İşte o zaman belki fark edeceğim, daha fazlasını aramak için zamanımın kalmadığını. Fakat tek kârım kesemde topladıklarım, her mutluluğu bir şekilde keseme atıyorum. kesem ne kadar kabarıksa o kadar mutlu olmuşumdur.
+Hayatın amacı, mutluluğu aramak mıdır o hâlde?
-Elbette ve bunu her akıllı insan bilir. Fakat ne ironiktir ki, yalnızca aptallar mutlu olur.
+Neden?
-Kurallar böyle. Akıllı insan bir zaman sonra fark edecektir ki, mutluluk sadece bir peçete alevi kadardır. Gelir ve geçer... Belki birileri mutluluğu kor şeklinde yaşamıştır, bilemem. Ancak o kor'a ulaşmak için, o ateşi yakmak için neler çekmiştir, orasını ona sormak gerek. Ben o kadar cesur değildim.
+Büyük mutluluklar diyorsun, vardır elbet...
-Elbet vardır, ben an'dan mutlu olurum. An güzelse ben mutluyumdur, büyük mutluluklarım bu anların toplamıdır. Tek dediğim, bu an daha mutlu kılınabilirdi. Hayatı boyunca büyük mutlulukların peşinden koşan insanlarsa, sadece bir ya da iki kere mutlu olmuşlardır. İkisinin toplamı eşit midir bilmem.
+Bu an nasıl daha mutlu kılınabilirdi ki?
-Sevişmek ister misin?
-Daha fazlasını bulabileceğimi bildiğim için, hayıflanıyorum sadece. Daha önce de mutluluk yaşadım elbet. Ancak mutluluk, bir peçete alevi gibi geçicidir.
+Benimle birlikteyken mutlu musun?
-Elbette mutluyum. Ancak anlatmak istediğimi tam izah edemedim. Senden önce de sohbet edebildiğim, sevebildiğim insanlar oldu. Onlarla birlikteyken de mutluydum. Şimdi bakıyorum da, onlarla yaşadığım mutluluk, şu an ki mutluluğun yanında bir hiç kalıyor. Yani buradan o gün yaşadığım mutluluğun aslında bir mutluluk olmadığını çıkartabiliriz. Eğer o gün mutluysam bu nedir, eğer bugün mutluysam, onlar neydi?
+ Hepsinin ayrı bir tadı olduğunu düşünmüyor musun, her mutluluk ayrı bir keyif desek?
- Denilebilir elbette, fakat daha fazlası varsa ve elde edilebilecekse... Belki de şu an yaşadığım son mutluluğumdur. Belki ileride daha çok mutlu olup, bugünleri hayıflanarak anacağım. İşte o zaman belki fark edeceğim, daha fazlasını aramak için zamanımın kalmadığını. Fakat tek kârım kesemde topladıklarım, her mutluluğu bir şekilde keseme atıyorum. kesem ne kadar kabarıksa o kadar mutlu olmuşumdur.
+Hayatın amacı, mutluluğu aramak mıdır o hâlde?
-Elbette ve bunu her akıllı insan bilir. Fakat ne ironiktir ki, yalnızca aptallar mutlu olur.
+Neden?
-Kurallar böyle. Akıllı insan bir zaman sonra fark edecektir ki, mutluluk sadece bir peçete alevi kadardır. Gelir ve geçer... Belki birileri mutluluğu kor şeklinde yaşamıştır, bilemem. Ancak o kor'a ulaşmak için, o ateşi yakmak için neler çekmiştir, orasını ona sormak gerek. Ben o kadar cesur değildim.
+Büyük mutluluklar diyorsun, vardır elbet...
-Elbet vardır, ben an'dan mutlu olurum. An güzelse ben mutluyumdur, büyük mutluluklarım bu anların toplamıdır. Tek dediğim, bu an daha mutlu kılınabilirdi. Hayatı boyunca büyük mutlulukların peşinden koşan insanlarsa, sadece bir ya da iki kere mutlu olmuşlardır. İkisinin toplamı eşit midir bilmem.
+Bu an nasıl daha mutlu kılınabilirdi ki?
-Sevişmek ister misin?
9 Haziran 2012 Cumartesi
Konuşmalar 5
+Sonrasını düşündün mü hiç?
-İşte en korktuğum şeydir sonrası. Sen gittikten sonra üzülecek miyim, o gittikten sonra üzüldüğüm gibi? Yarın yapacak mıyım her gün yaptıklarımı; düşünecek miyim sonrayı, öncenin benden aldığı sonrayı, bana verdiği sonrayı. Önce o kadar korkunç değil, her ne olursa olsun öncedir işte... Sonra, ancak yaşandığı zaman önceleşir. Yaşanmış şeylere er ya da geç alışır insan. Alıştıklarından korkmaz, alışacak olmak zorunda olduklarından korktuğu kadar.
+Benim gideceğimi nereden çıkardın?
-Sona kadar kalsan, sonsuza kadar kalamazsın. Herkes gider bir şekilde.
+Peki ya sen gidersen?
-Bu alışmayı seçtiğim bir sonra olur. Bu o kadar korkutmuyor beni. Bu senin alışmak zorunda kalacağın bir sonra olur.
+Ben korkmalı mıyım yani?
-İçimizde bencilizdir, her hikaye mutsuz biter. Bu yüzden en az yarayla sonlanacak bitişleri seçeriz. Dışa vurmak zor gelse de benim seni bırakacağım sonradan kork sen de, senin beni bırakacağın sonradan korktuğum kadar.
+Korktuğun sonra için teselli olur mu bilmem ancak bıraksam da seni, bıraksan da beni, hatırlayacağım sonuna kadar seni ve senden gelenleri...
-Hatırlamak zorunda kalmayacağımız tek son, bir gün birlikte ölmemiz sanırım. Buna içelim mi?
+Şerefe.
-İşte en korktuğum şeydir sonrası. Sen gittikten sonra üzülecek miyim, o gittikten sonra üzüldüğüm gibi? Yarın yapacak mıyım her gün yaptıklarımı; düşünecek miyim sonrayı, öncenin benden aldığı sonrayı, bana verdiği sonrayı. Önce o kadar korkunç değil, her ne olursa olsun öncedir işte... Sonra, ancak yaşandığı zaman önceleşir. Yaşanmış şeylere er ya da geç alışır insan. Alıştıklarından korkmaz, alışacak olmak zorunda olduklarından korktuğu kadar.
+Benim gideceğimi nereden çıkardın?
-Sona kadar kalsan, sonsuza kadar kalamazsın. Herkes gider bir şekilde.
+Peki ya sen gidersen?
-Bu alışmayı seçtiğim bir sonra olur. Bu o kadar korkutmuyor beni. Bu senin alışmak zorunda kalacağın bir sonra olur.
+Ben korkmalı mıyım yani?
-İçimizde bencilizdir, her hikaye mutsuz biter. Bu yüzden en az yarayla sonlanacak bitişleri seçeriz. Dışa vurmak zor gelse de benim seni bırakacağım sonradan kork sen de, senin beni bırakacağın sonradan korktuğum kadar.
+Korktuğun sonra için teselli olur mu bilmem ancak bıraksam da seni, bıraksan da beni, hatırlayacağım sonuna kadar seni ve senden gelenleri...
-Hatırlamak zorunda kalmayacağımız tek son, bir gün birlikte ölmemiz sanırım. Buna içelim mi?
+Şerefe.
8 Haziran 2012 Cuma
Konuşmalar 4
+Kadere inanıyor musun?
-Bazen.
+Nasıl oluyor o?
-Bazen inanıyorum, bazen inanmıyorum.
+ Garip
-Reddetmeyecek kadar inanıyorum, kabul edebilecek kadar inanmıyorum.
+Peki ya Tanrı ve din?
-O konu uzun.
+Vaktim var, en azından uykum gelene kadar.
-Tamam o zaman, Tanrı ve din iyi ki var. Şayet birçok insanın bu kavramlara o kadar çok ihtiyacı var ki.
+Biraz daha açar mısın?
-Bazı insanlar nefslerine hakim olamazlar. Zaten günah denen kavram da burada doğuyor. Freud nefs kavramına id demiştir. Yani temel içgüdüler. Cinsellik, şiddet... Doymak bilmeyen şımarık, ahlaksız yanımız. Bir de süperegomuz var. İdle sürekli çatışan ahlaki ve toplumsal kurallara uymayı emreden kısıtlayıcı yanımız. Birinden biri baskın geldiği zaman kişiliğimiz bambaşka şekillere girebilir. İşte ikisinden biri baskın gelmesin diye dengede tutan bir kavram daha var o da; Ego. Tam bir arabulucudur.
Bana göre bazı insanlarda ego denen kavram düzgün çalışmıyor. İşte burada devreye din ve Tanrı giriyor. İdin isteklerini belli kurallar çerçevesinde kısıtlayacak toplumsal ahlak kuralları ancak süperegonun yaşamayı engelleyecek derece yasaklar koymasını da engelleyerek. Eğer din ve Tanrı olmasaydı toplum ahlaki bir çöküntüye uğrardı. Şimdiki dindarların çoğu, günah diyerek yapmadığı birçok olguyu umursamaz olacaklardı: hırsızlık, tecavüz, pislik (maddi anlamda, bedenen pislik.), insana ve hayvana zarar verme ve daha nicesi... Bu insanların durmasının tek nedeni, bu olguları din denen kavramın yasaklamış olmasıdır. Bir insana verilecek en büyük ceza vicdanıyla verilir. Yıllarca hapis yatsa da, pişmanlık duymadığı müddetçe o mahkumun cezasının hükmü yoktur. Vicdanın da çenesi düşüktür, hiç susmaz, sürekli konuşur, sürekli cezalandırır insanı. Din vicdanı susmuş insanların, vicdanı adına konuşur. Aynı zamanda ödül ve ceza sistemiyle bu savlarını ve kurallarını cazip veya caydırıcı hale getirir. Ve her dinin en büyük vaadi, insanlığın en büyük zaafına yöneliktir: "ÖLÜMSÜZLÜK!" Din, senin burada öleceğini ancak sonsuza kadar yaşayacağın bir dünya daha olduğunu söyler ve o dünya ancak senin, onun kurallarına uymanla güzelleşecektir. Düşünsene, sırf ölümsüzlüğü yaşayacağını söyledikleri için ölüp yok olacağın bir dünya yaşamından verebileceğin fedakarlıklar... Reankarnasyon olsun, ölüm sonrası öbür dünya olsun hepsi ama hepsi bu zaafla beslenir. Hiç kimse salt karanlığı kabul etmek istemez. Eğer din deseydi ki, "Kurallarıma uy, beni sorgulama ancak sana ölümsüzlük vaat etmiyorum. Öldüğünde salt karanlıkta kaybolacaksın! Şu anda kullandığın bedenin doğada kaybolup gidecek, çürüyerek doğal seleksiyona katkıda bulunup, yok olacak!" İnanır mıydın? Fazla realistik değil mi? Ben Tanrı'nın olmadığını iddia etmiyorum, sadece var olduğundan da emin olamayız diyorum. Tek diyeceğim, varsa boku yedik...
( Uykuya dalan sohbet eşini öper ve izler...)
-Bazen.
+Nasıl oluyor o?
-Bazen inanıyorum, bazen inanmıyorum.
+ Garip
-Reddetmeyecek kadar inanıyorum, kabul edebilecek kadar inanmıyorum.
+Peki ya Tanrı ve din?
-O konu uzun.
+Vaktim var, en azından uykum gelene kadar.
-Tamam o zaman, Tanrı ve din iyi ki var. Şayet birçok insanın bu kavramlara o kadar çok ihtiyacı var ki.
+Biraz daha açar mısın?
-Bazı insanlar nefslerine hakim olamazlar. Zaten günah denen kavram da burada doğuyor. Freud nefs kavramına id demiştir. Yani temel içgüdüler. Cinsellik, şiddet... Doymak bilmeyen şımarık, ahlaksız yanımız. Bir de süperegomuz var. İdle sürekli çatışan ahlaki ve toplumsal kurallara uymayı emreden kısıtlayıcı yanımız. Birinden biri baskın geldiği zaman kişiliğimiz bambaşka şekillere girebilir. İşte ikisinden biri baskın gelmesin diye dengede tutan bir kavram daha var o da; Ego. Tam bir arabulucudur.
Bana göre bazı insanlarda ego denen kavram düzgün çalışmıyor. İşte burada devreye din ve Tanrı giriyor. İdin isteklerini belli kurallar çerçevesinde kısıtlayacak toplumsal ahlak kuralları ancak süperegonun yaşamayı engelleyecek derece yasaklar koymasını da engelleyerek. Eğer din ve Tanrı olmasaydı toplum ahlaki bir çöküntüye uğrardı. Şimdiki dindarların çoğu, günah diyerek yapmadığı birçok olguyu umursamaz olacaklardı: hırsızlık, tecavüz, pislik (maddi anlamda, bedenen pislik.), insana ve hayvana zarar verme ve daha nicesi... Bu insanların durmasının tek nedeni, bu olguları din denen kavramın yasaklamış olmasıdır. Bir insana verilecek en büyük ceza vicdanıyla verilir. Yıllarca hapis yatsa da, pişmanlık duymadığı müddetçe o mahkumun cezasının hükmü yoktur. Vicdanın da çenesi düşüktür, hiç susmaz, sürekli konuşur, sürekli cezalandırır insanı. Din vicdanı susmuş insanların, vicdanı adına konuşur. Aynı zamanda ödül ve ceza sistemiyle bu savlarını ve kurallarını cazip veya caydırıcı hale getirir. Ve her dinin en büyük vaadi, insanlığın en büyük zaafına yöneliktir: "ÖLÜMSÜZLÜK!" Din, senin burada öleceğini ancak sonsuza kadar yaşayacağın bir dünya daha olduğunu söyler ve o dünya ancak senin, onun kurallarına uymanla güzelleşecektir. Düşünsene, sırf ölümsüzlüğü yaşayacağını söyledikleri için ölüp yok olacağın bir dünya yaşamından verebileceğin fedakarlıklar... Reankarnasyon olsun, ölüm sonrası öbür dünya olsun hepsi ama hepsi bu zaafla beslenir. Hiç kimse salt karanlığı kabul etmek istemez. Eğer din deseydi ki, "Kurallarıma uy, beni sorgulama ancak sana ölümsüzlük vaat etmiyorum. Öldüğünde salt karanlıkta kaybolacaksın! Şu anda kullandığın bedenin doğada kaybolup gidecek, çürüyerek doğal seleksiyona katkıda bulunup, yok olacak!" İnanır mıydın? Fazla realistik değil mi? Ben Tanrı'nın olmadığını iddia etmiyorum, sadece var olduğundan da emin olamayız diyorum. Tek diyeceğim, varsa boku yedik...
( Uykuya dalan sohbet eşini öper ve izler...)
5 Haziran 2012 Salı
Konuşmalar 3
+Ulaşılmaz mı olmak istiyorsun?
-Hayır, aslında ben hep olduğum yerdeyim. Bana ulaşmak isteyenler, hep benim onlara gitmemi istediğinden buluşamıyoruz bir türlü.
+Yani onların suçu?
-Suç mu? Benimle iletişime geçilmemesi suç değildir.
+Beğenilmek hoşuna gidiyor gördüğüm kadarıyla.
-Hayır.
+Peki ya neden bu kadar bakımlı, bu kadar şıksın? Bütün kıyafetlerin en pahalı marka...
-Belki klişe gelecek ancak ölürken güzel görünmek istiyorum. Belki de Azrail'e kur yapıyorum...
+Ölmek mi istiyorsun, yap öyleyse.
-İntihar mı etmemi öneriyorsun? Doğarken kendi irademle doğmadıysam, ölüm de irademle gelmemeli.
+Korkuyorsun yani?
-Hayır, sadece bekliyorum.
+Peki neden bekliyorsun, akışına bıraksana, geldiğinde seni bulsun.
-Omuzlarımda taşıdığım ten bir an'ın ağırlığı. Tıpkı taşıdıkça ağırlaşan pazar poşeti gibi, çekilmez bir hal alıyor zamanla.
+O an'ı merak ettim.
-Etme.
+Özel mi?
-Özel.
+Söz vermiştik hiçbir şey saklamayacağız diye.
-O an, yarama düzinelerce dikiş attım, iğnemde ipliğim bitene kadar. Daha sonrasında üstünü örttüm. Pansuman bile yapmadım. Şimdi ne durumda olduğunu görmek bana ağır gelecektir.
+Daha çok merak ettim.
-Sana yaralarımı göstermeyeceğim.
+Peki.
-Hayır, aslında ben hep olduğum yerdeyim. Bana ulaşmak isteyenler, hep benim onlara gitmemi istediğinden buluşamıyoruz bir türlü.
+Yani onların suçu?
-Suç mu? Benimle iletişime geçilmemesi suç değildir.
+Beğenilmek hoşuna gidiyor gördüğüm kadarıyla.
-Hayır.
+Peki ya neden bu kadar bakımlı, bu kadar şıksın? Bütün kıyafetlerin en pahalı marka...
-Belki klişe gelecek ancak ölürken güzel görünmek istiyorum. Belki de Azrail'e kur yapıyorum...
+Ölmek mi istiyorsun, yap öyleyse.
-İntihar mı etmemi öneriyorsun? Doğarken kendi irademle doğmadıysam, ölüm de irademle gelmemeli.
+Korkuyorsun yani?
-Hayır, sadece bekliyorum.
+Peki neden bekliyorsun, akışına bıraksana, geldiğinde seni bulsun.
-Omuzlarımda taşıdığım ten bir an'ın ağırlığı. Tıpkı taşıdıkça ağırlaşan pazar poşeti gibi, çekilmez bir hal alıyor zamanla.
+O an'ı merak ettim.
-Etme.
+Özel mi?
-Özel.
+Söz vermiştik hiçbir şey saklamayacağız diye.
-O an, yarama düzinelerce dikiş attım, iğnemde ipliğim bitene kadar. Daha sonrasında üstünü örttüm. Pansuman bile yapmadım. Şimdi ne durumda olduğunu görmek bana ağır gelecektir.
+Daha çok merak ettim.
-Sana yaralarımı göstermeyeceğim.
+Peki.
Şişko yalnızlık
Bok gibi fazla,
Ağzıma kadar doluyum.
Taşmak mı? Taşsaydı tamam;
Şişiyorum patlayamıyorum.
O kadar çok ki, nefes alamıyorum.
Bir gram havaya dahi yer yok içimde.
Yalnızlık böyle bir şey işte!
Ağzıma kadar doluyum.
Taşmak mı? Taşsaydı tamam;
Şişiyorum patlayamıyorum.
O kadar çok ki, nefes alamıyorum.
Bir gram havaya dahi yer yok içimde.
Yalnızlık böyle bir şey işte!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)